Cumartesi, Haziran 27

Hrant Dink ve Sonrası

Bütün sorun, insanların kendilerinden olmayan birini kabullenmeyişi sanırım. Bu topraklar 5000 yıldır sayısız medeniyete ev sahipliği yaptı. Kimler geldi kimler geçti. Sayısız medeniyetin kaynağı bu topraklarda yeşerdi. Hitit, Asur, Likya, Lidya, Urartu, Frigya ... Çok kültürcü bir yapı için Anadolu coğrafyası içinde her şey mevcut. Farklı din, dil, mezhep, ırktan herkesin kendince bir şeyler bulabileceği, tarihin her döneminde göç yolları üzerinde yer almış bu topraklar farklılığın en güzel örneklerini sergilemeliydi. Yılardır uygulanan yanlış politikalar insanları birbirine küstürmüş, kimi çıkar gruplarının yasa dışı uygulamalarda bulunması, terörü desteklemesi, bunlardan menfi yararlar sağlaması huzur ormanın oluşmasını her daim geciktirmiştir.



Ermeni de olsa bir insan, bir entelektüel, bir hizmet insanı öldürülemezdi. Anayasanın belli kuralları kişilere kendilerini ifade etme hakkı vermiştir. Nasıl ki bugün hoşunuza gitmeyen bir uygulama için greve gidebiliyor, mitingler yapabiliyorsanız bu anayasanın size tanıdığı bir haktır. Eğer bunlar dışına çıkıp kanunları ihlal ediyorsanız, yine bu ülkede sorumlu merciler size gereken cezai yaptırımı uygularlar. Bunun dışında hiç kimsenin kendi yargının yerine koyup hüküm vermesi kabul edilemez. Bu topraklar çok acı gördü. Ve görmeye de devam edecek gibi. Dink öldü. Peki, her şey yoluna girdi mi? Girecek mi? Hayır tabi ki…




Evet, bazen her şeyi kendi elimizle mahvediyoruz. Kim bilir belki bir Ermeni örgütü yaptı bu işi. Ya da aşırı milliyetçi duygulara sahip birileri. Aslında önemli olan bu değil. Önemli olan önceki süreçte bıraktığımız izler. Mahkeme çıkışları açtığımız pankartlar, gönderdiğimiz e mailler, mektuplar, tehdit telefonları.... Kendisi zaten 10 Ocak 2007 tarihli Agos' taki yazısında bütün bunlardan bahsediyor. Kimse ölümün bilmez ya! Adeta ölümün yakın olduğunu biliyordu. Ve öyle de oldu. Şimdi biz ne kadar uluslararası arenada biz yapmadık desek de, tüm dünya bizi birinci sorumlu görecek. Ölen sadece bir kişiydi ama arkasında Türkiye için ağır bir enkaz bıraktı. Aslında biz bu enkazı kendimiz biriktirdik. Ermeni lobisi daha bir hırsla çalışacak, dünya kamuoyu biraz daha mesafeli davranacak. Ve daha bir sürü önyargı, tutarsız ve taraflı ithamlar sanırım bizleri bekliyor.



Her şey bir kabus gibi, anlatması zor olduğu kadar anlaşılması da zor bir durum, bir labirent, koskoca bir yumak...



Birileri insanların insanca yaşamasına kafayı takmış gibi. Her şey tam yoluna giriyor derken birden bir sis bulutu her şeyi kaplıyor. İnsanlar tedirgin ve düşünceli... Trabzon' da papaz cinayetinin bize maliyeti ağır oldu. Turizm sekteye uğradı. Bütün dünyaya barış mesajları yaymaya çalıştık.



Durum bu kez daha kötü sanırım, Ermeni cemaatinin önde gelenlerinden biri, 301 davasından yargılanması devam eden ve dünyada bu tanınan bir kişi kendini bilmez bir tarafından öldürüldü. Bu yük tüm Türkiye'nin yüküdür.



Belki içimizde bir Ermeni öldü diye sevinecekler olacaktır. Ama unutulmaması gereken, bu Ermeniler için iyi bir koz olacak. AB'ye girmeye çalıştığımız bu dönemde yolumuza ağır bir kaya çıkmış oldu. Düşünce özgürlüğüne saygı duymayan bir toplumun AB’ye girişi elbette daha da zor olacak.



Haklıyken haksız duruma düşme tehlikesindeyiz. Düşünceler her zaman tehlikeli olmuştur. Eğer düşünceler sınırlamalar getirilirse daha tehlikeli bir hal alırlar. Saddam öldü, ama bugün Saddam bir kahraman, çünkü bir diktatörden şehit yaratıldı. Alel acele idamı Saddam' ı kahraman yaptı. Bütün dünya Bush'a ve diğerlerine lanet okuyor. Saddam öldüğü gün 50'ye yakın insan öldü. Kimse bu ölümlere bir şey demedi. Dink yaşasaydı inanın, şimdiki ve daha sonraki günlerden daha tehlikeli olmayacaktı. Eğer insanlar onu tehlikeli görüyorlardıysa. Şimdi yerine gelecekler daha azimli ve daha öfkeli olacaklar. Dink Malatya' da doğmuş, yurtta büyümüş, birçoğumuzun çektiği sıkıntıları yaşamış, bu ülkede eğitimini sürdürmüş ve en önemlisi bizden biri olmuştu. Bizlerin aykırı fikirleri yok muydu? Elif Şafak aynı maddeden yargılanmadı mı? Orhan Pamuk, Yaşar Kemal.....Daha nicesi. O zaman herkes alsın eline bir silah siz yargılanıyorsunuz diye sıksın kafalarına birer tane. Adalet tecelli etsin. O zaman kimse korkusundan eline kalemini alıp bu ülkenin düşünce dünyasına bir şeyler eklemesin, cahiller ordusu yetiştirmeye devam edelim. Fikrini söylemekten korkan bir toplumun bireyleri sadece birbirine benzeyen bir kitle oluştururlar o kadar. Bu kitlede birini okumanız, dinlemeniz tümünü okuyup dinlemenizle aynıdır. Çünkü size sunacakları farklı bir şey yok. Tümü birbirinin kopyası. Benzeşen, bünyesinde farklılığa yer açmayan bir toplumun gelişebilmesi çok zordur.



Bir insan ve bir olay, bütün mesele politikanın ne kadar hassas olduğu gerçeğini görmek... Bu sabah bir dostum bana " eceli gelmiştir" dedi gülümseyerek. Ben ona politikada "ecel" yoktur dedim. Ciddi ciddi yüzüme baktı ve " nasıl?" dedi. Eğer ölen birisi kapıcı Ahmet Amca yada bakkalımız Mehmet Dayı olsaydı ecel derdik... Ama bütün dünya bir kişiye yöneliyorsa bu ecel değil, politikadır dedim. Elbette ki eceli gelmişti yada başka bir şey... Görmemiz gereken bir kişinin bıraktığı etkidir.



Sanırım Dink' in etkisi hepimizi etkileyecek...




İsmet Tunç

20/ 01 /2007 Sivas

Cuma, Haziran 12

Demokrasi ve ‘bizim’ anlayışı

Herkes az çok şu ifadeyi duymuştur; “belediye bizim”. Düşünüyorsunuz, acaba bunlar belediyeyi kaça almışlardır. Bu, genelde aklıma takılan bir soru; bu belediye kaç paradır? Bir gün ben de bir belediye sahibi olabilir miyim? Herkesin bir belediyesi olursa ne olur?

Demokrasi, “aydınlanmanın ve modernliğin temel değerlerini içselleştiren halkın genel iradesine göre kurulan ve işleyen siyasal bir mekanizmadır.” Bu tanım demokrasinin en yalın ve karmaşadan uzak anlamlarından biridir. Demokraside sorun iktidar sorunudur ve demokrasinin dayanağı halktır.

Demokrasi kulaklara bu kadar güzel bir senfoni orkestrası biçiminde bukleler gönderirken, yanıldığımız ve belki de hayatımıza mal olan bir çıkar ilişkisiyle bizleri uyutmaktadır. Bu da iktidara gelenlerin, kendisini iktidara getirenleri unutmasıdır. Bu unutma, bir kesim halkı potanın karşı tarafına gönderirken, bir kesim halkı da potanın içerisine koymaktadır.

Potanın dışında kalanlar, itilmişliğin, ezilmişliğin ve insan yerine konulmamanın acısını bir dahaki seçime kadar içlerine derin derin çekerek yaşayacaklardır.

İktidar olanlar, malların yeniden dağıtımı ile birinci elden ilgilenirler. Burada dağıtım adalet kavramını gündeme getirmektedir. Acaba adalet güçlüden; yani dağıtandan mı yana? Çünkü iktidarın üzerinde yine kendi iktidarı vardır. Hâkim de, savcı da iktidarı oluşturanın kendisidir.

En renkli ve mücadeleci seçim manzaraları belediye seçimlerinde meydana gelir. Bu, tüm toplumlarda aşağı yukarı aynıdır. Hala dünyada kabile esasına göre yönetilen toplumlar varlığını sürdürmekte, seçimle iş başına gelen bir kabile bir dahaki seçime kadar diğer kabileye dünyayı dar etmektedir. Hala güncelliğini koruyan olaylar birçok ülkede yaşanmakta, günde sayısız insan ölmekte, sadece karşı taraftan olmanın verdiği bir suçtan dolayı ani bir darbeyle ölüm yanı başınızdaki yerini almaktadır.

İktidar olmak, hükmetmek, yönetmek, mal ve hizmetlerin dağıtımını kendi inisiyatifine göre yapmak ve her türlü oluşuma doğrudan ya da dolaylı yoldan etki etmektir. Bu bir şeyler üzerinde insana verilen hakların ve yetkilerin sınırsız olduğu anlamına gelmektedir.

Genelde belediye seçimlerini kazanmak için o yörede büyük ve sözü geçen bir aileden olmanız gerek; daha çok geleneksel kesimde seçimleri bu esas belirlemektedir. Başkan adayı kişi, aile içinden seçilir. Eğer bu kişi Platon, Farabi gibi filozofların erdemlerine sahipse belediye herkesindir; yok eğer değilse “belediye bizim” diyenlerindir.

Aynı şey muhtarlık makamı için de geçerlidir. Bu gibi söylemleri muhtarın herhangi bir akrabasından duymanız olasıdır. Ortada bir “bizim” lafı geçmektedir. Belli bir grubu diğerlerinden ayırarak devlet mekanizmasının sahiplenilmesi, saltanata dönüştürülüp tekrar tekrar seçimle meşruluk kazandırılması bilinen bir gerçektir. Bu uğurda ne kavgalar yapılmakta, ne mücadelelere girişilmektedir. Bunların tümü devletin bir parçasına sahip olmak içindir.

İnsanları kanunlarla yönetmek Farabi’nin deyimiyle “erdemli” kişilerin işidir. Yönetici olmak önceden sezmek, insanların güvenliği ve geleceği için çalışmak, yaşarken ve öldükten sonra güzel hatırlanmaktır. Nice devlet adamları ölümlerinden yüzlerce yıl sonra bile tebessümle anımsanmaktadır.
.
İsmet Tunç

Meclis Ortak Çalışma Grubu Van’da Toplandı

Geçen yıl düşünce aşamasında olan ortak çalışma grupları oluşturma ve milletvekilleri ile stk’ları bir araya getirmeyi hedefleyene çalışma bu yıl start aldı. Van için düşülen toplantı 22 Kasım 2008 tarihinde yapıldı. Van ve ilçelerinde bulunan Sivil Topum Kuruluşları bu toplantıya davet edilmişti. Gündem biri yerel diğer genel olmak üzere iki konudan oluşmaktaydı.

Erciş'in tek aktif sivil toplum kuruluşu olan Erciş Kadınları Koruma ve Dayanışma Derneği de toplantıya davetliydi. Az-çok geleneksel kesim kadınına yönelik yazılarımızdan olsa gerek toplantıya beni de davet ettiler. Toplantıya Van’dan seçilen milletvekilleri davet edilmişti, Bazılarının programlarının yoğun olmasından dolayı katılamadığı toplantıya sadece DTP milletvekili Özdal Üçel katılmıştı. Söylendiğine göre AKP Van milletvekillerinden ikisi toplantıya katılacaktı, lakin bu gerçekleşmedi.

Toplantının sloganı “önyargılılar giremez”di. Amaç, adından da anlaşıldığı gibi “ortak” bir payda bulabilmek. Hiçbir siyasi propagandanın yapılmadığı, zıt karakter taşıyan oluşumların aynı ortamda bulunması ve alınabilecek ortak kararlara imza atmaktı. Bu şekilde kişi ya da grupların önyargılarının da kırılması hedefleniyordu. Ana tema kadına yönelik ayrımcılığın ortadan kaldırılması gibi gözükmese de, satır aralarında pozitif ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına yönelik vurgulamalar yapıldı.

Oturumu yöneten ortak payda girişimcilerinden Muteber Öğreten adlı bayandı. Bu projenin yürütülmesinde aktif çalışanlardan biri… Van’daki duyuru ve diğer işlemleri de Van Kadın Derneği başkanı Zozan Özgökçe ve ekibi üstlenmiş. Toplantıya on beşe yakın stk katıldı.

İlk oturumda Van ve çevresinde bulunan ve sayıları hızla artan madde bağımlı çocuk ve gençlerin durumlarının görüşüldü. Oturum başkanı bu konuda söz hakkı almak isteyen katılımcıları dinledi, “somut öneri”leri dinleyerek bunlardan notları aldı. Genel olarak “sosyal devlet” ilkesi, göç, eğitimsizlik, emniyetin tutumu, çocukların aldıkları cezalar üzerine uzun uzadıya konuşmalar yapıldı. Olumsuzlukların sürekli dillendirilmesi, özellikle stk’ların bu konuda sesiz kalmaması ve ortak hareket edilerek bu sorunlara karşı yapıcı önemlerin hayata geçirilmesi gerektiği vurgulandı.

Oturumun ikinci bölümünde genel bir konu tartışıldı. Sivil anayasanın neden ihtiyaç haline geldiği, sivil anayasada vurgulanması gereken öğelerin neler olduğu, dünyadaki örnekleri ve Türkiye için sivilleşmenin nasıl olacağına dair katılımcıların yoğun konuşma isteği gözden kaçmadı. Karşılıklı atışmalar salonda bir ara soğuk rüzgârlar estirdiyse de gerek oturum başkanı Muteber Öğreten olsun, gerek Özdal Üçel olsun yaptıkları sağduyulu açıklamalarla ortamı yumuşattılar. Toplantının son dakikalarına doğru anlaşıldı ki, farklılıkların aynı ortamda “insani” isteklerde bulunmaları hiç de yadırganacak bir durum değil. Aksine, bazı konuların konuşulmamasının, birbirini dinlememenin, “ön yargı”nın nasıl uçurumlara neden olduğunu ve çözüm yolunun yine oturup konuşmak olduğunu görmek açısından toplantı çok yararlıydı.

Özdal Üçel, bir milletvekili olarak burada tespit edilen sorunların ve yapılan önerilerin en kısa zamanda meclis gündemine taşıyacaklarını, bu konuda stk’ların da işlemlerin takipçisi olmaları gerektiğini vurguladı. Bir sonraki toplantı önümüzdeki ay sonuna doğru yapılacak. Bu şekilde seçmen ile milletvekilleri karşılıklı bir ortamda görüş alış verişinde bulunma imkânı elde ediyorlar. Toplantılar değişik illerde devam edecek. Bu şekilde ortak öneriler oluşturulup sorunlara çözüm yoluna gidilmesi hedefleniyor.

İsmet Tunç

Teröristimi Öldürmeyin; Muro İtirafçı Oluyor

Ne garip bir toplum olduk, bir yandan teröriste lanetler okuyup, bir yandan dizilerde sempati duyuyoruz, sonra, "yahu teröristen iyi adam olur mu? O zaman hemen öldürelim" diyoruz. Neden mi bahsediyorum? Muro'dan& Gençliğin yeni gözdesi& Teröristten sempatik bir adam türeten medyamız, önlenemez yükselişten sonra Muro'yu yok etme planları yapmış .Bakmış ki halk onu çok sevdi, bari "itirafçı" olsun da öldürmeyelim demiş.

'Kurtlar Vadisi - Pusu'nun sempatik adamı o, anlaşılan halk onu çok sevdi. O konuştukça millet coşkulandı, o büyüdükçe millet daha da gururlandı. Sonra hak kendi kendine sormaya başladı. "Ya bize çanak tutuyoruz? Biz değil miyiz terörden canı yanan? Nasıl olur bir teröristi kahramanımız yaparız?" Sorurlar beyinlerde birbirini kovaladıkça cevap da o kadar gecikti.

Yapımcılar baktı ki tepki var, yani bir terörist almış başını ünleniyor, yapılacak bir şey kalıyor, Muro'yu öldürmek... Ama bu da pek mümkün gözükmüyor, çünkü azımsanmayacak bir hayran kitlesine sahip. Hayranları da bu senaryoya oldukça tepkili. O zaman yapılacak şey senaryoyu değiştirip, teröristi vatansever yapmak, ya da ölmesini engellemek, bunun için de en uygun yol Muro'nun "itirafçı" olması. Valla tam da süper oldu. Hem ölmeyecek, hem işimizi görecek, hem de vatansever olacak.

Çelişki mi desek? Nasıl tanımlasak bu olguyu? Milli duygularımız kabarınca, terörist bile kahraman oluyor. Sonra çıkıp ortaya bu millet terörden neler çekti deyip ortalığı birbirine karıştırıyoruz.

İşimize gelince teröristin insan olduğunu hatırlıyoruz. Çünkü Muro'yu sevdik. Aileden biri oldu. Demek ki terörist de insanmış, terörist de espri yapıyormuş, o zaman korkulacak bir şey yok&

"Gel sen bizim algılarımıza göre şekil değiş, biz seni yine sevelim, çünkü bu şekil kalıbımıza uymuyorsun, sen bir teröristsin. Kalıbımıza uydurursak seni sevmeye devam ederiz" diyoruz.

Her diziyi izlediğimizde farklı bir ruh haline kapılacağız, çünkü daha önceki bölümlerde Muro bir teröristti. Arada aklımıza geldiğinde ondan iğreniyorduk, sonra unutup onun aforizmasına katıla katıla gülüyorduk, artık bu dertten de kurtulduk. Muro artık bizden biri. Kahramanlıklarına göğsümüz gere gere övüneceğiz, "aslanım", "kahraman", "evladım" gibi ulvi değerleri Muro'ya yükleyeceğiz.

Belki sadece bir dizi deyip geçenlerimiz olacak. Rol yoksunu Polat Alemdar "sonunu düşünen kahraman olamaz" derken, her dizinin sabahında ortalıkta paltolu, eli bıçaklı gençler dolaşıyorken, Mematiler en sert bakışı yakalamak için şekilden şekle giriyorken, bir Muro çok şey demek aslında, hayali ne kadar gerçek olarak algıladığımızla alakalı bir durum.

İsmet Tunç
ismet.tunc@mynet.com