Perşembe, Temmuz 2

Bir Bayanla Kadın-Erkek Hakları Üzerine

Kadınlar ve erkeler… Birbirinin muhtacı olan varlıklar, kavgaları da çoğu zaman varlık sorunu üzerine oluyor. Daha doğrusu feminist öğretiden yola çıkılarak erkek egemen bir dünyanın, kadınları görmezlikten gelen tavrını değiştirmek için verilen mücadele feminizm olarak biliniyor.

Koyu bir feminist olan Evely Reed, bundan 6 bin yıl önce toplumu kadınların yönettiğinden söz eder. İlk çiftçilerin, ilk doktorların, ilk mimarların ve diğer işlerdeki öncüllerin hep kadınlar olduğunu, toplumsal dinamiklerin önemli bir bölümünün kadınlar tarafından yerine getirildiğinden söz eder.

Bundan bir zaman önce (27/ 01/ 2008) bir bayanla kadın erkek eşitliği üzerine konuşuyoruz. Erkekler tarafından bunun tartışılması bir meraklıyı pek tatmin etmiyor açıkçası. Bir sohbette gazeteci edasıyla “siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?” da diyemiyor insan. Çünkü bu gazetecinin işi, siz ise bir arkadaşla sohbet ediyorsunuz. Bir bayan olarak onun böyle bir sorgulama hissinde olmadan düşüncelerini açıklamasını istiyorsunuz daha doğru böyle diliyorsunuz.

Karşımdaki bayan “ben hiçbir zaman kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” dediği zaman, ben, sıradan bir refleks söylem olan; bunun erkek egemenliğinden kaynaklandığını söylemesini bekliyordum. Ama beni asıl şaşırtan ise -bence de olması gereken- erkeğin erkek, kadının da kadın olduğu düşüncesi. Bu düşünce yeterliydi ona göre, çünkü Allah istese ikisini de erkek ya da kadın yaratabilirdi. O zaman erkeği erkek, kadını da kadın olarak yaratmış dedi. Haklıydı aslında, farklı yapılarda iki cins ve binlerce yıldır süregelen gelen bir kavga. Ne zaman son bulur şimdilik meçhul…

Eşitlik nerede olacak soruma ise verdiği cevap şuydu; eşitlik kanun önünde olmalıdır. Ben de şöyle düşündüm kendi kendime; biz her gün kanuni yoldan anlaşma, iletişim, sosyalleşme ve benzeri aktivitelere gireceksek hangi mevzuata uyacağız; birincisi biyolojik mevzuata mı? Yoksa ikincisi olan kanuni mevzuata mı?

Günlük yaşamda kadının kadın gibi, erkeğin de erkek gibi davranması acaba ne kadar zor? Bu kavgalar kadının varlığının kabul edilmeyişinden mi? Yoksa kadının gerçekte söylendiği gibi erkeğin “erk” sahibi olmasından kaynaklanan pasifliğinden mi kaynaklanıyor? Birinin olmadan diğerinin varlığının bir anlam ifade etmeyeceği gerçeği ne zaman anlaşılacak? Neden bir ömür boyu birliktelik için atılan imzalar ve söylenenler kısa zaman sonra unutuluyor?

Aslında soru çok ama cevaplar da sorular artıkça zorlaşıyor. Benim bunca sorudan sonra anladığım şey, ayrı ayrı varlıkların “birlik” olarak algılanmayışı. Yani eğer eşlerden biri diğerinin varlığını unutursa, o eş, o ev için yabancılaşıyor. Yabancılaşma ilkin karşıdakine sonra da evlilik kurumuna bulaşınca da “mutsuzluk” adı verilen belki de ayrılıkla sonuçlanan olumsuzluklar meydana geliyor.

Günümüzde artık evlilik yaşı iyice yukarılara çekildi. Kimimizce akıllıca bir yöntem. İyi bir kariyer, iyi bir eş seçimi vs. Diğer tarafta bireysel-özgür hayatın sunduğu avantajlar bireyi evlikten gittikçe soğutmakta ve evlilik olsa bile fazla sürdürülememekte. Belki de olması gereken bu. Evliliğin kadını sınırlandırdığı doğru. Ev işi, bebek, diğer sorumluluklar … gibi kadının yüksek bir mevkie gelmesini ya engelliyor ya da zorlaştırıyor.

Sonuç olarak, bir şeyin söylenmesi zor gibi. Bir eğri, bir doğru ve ortaya çıkan binlerce önerme. Ben yine de kendi bildiğimi okuyayım. Varlık vardır ve o varlığa sahip çıkılmalıdır.

İsmet Tunç

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder