Perşembe, Temmuz 2

Erciş'te Günlük Yaşamlar

Kırsal kesim insanı toplumsal düzen ve yaşayış bakımından aynı bakış açısı ve anlayışına sahiptir. Çünkü birincil tip ilişkilerin yaşandığı bu bölgelerde sosyal normların fark edilir bir etkisi vardır. Sosyal normlar, yaptırım gücüne sahip oldukları için genel yaşam biçimi ve anlayışı herkesi kapsar çizgiler taşır. Bunlar: örf, adet, gelenek, görenek, töre, anane vb toplumsal yaptırımlardır.

Erciş ve diğer yerleşim bölgelerinin ortak paylaştıkları özelikler vardır. Çünkü toplumsal yapı bakımından birbirinden ayrışmamış, birincil tür ilişkilerin hüküm sürdüğü toplumsal bir düzen içinde yaşarlar. Bu toplumsal düzen, herkesin ortak anlayışının bir ürünüdür. Özellikle bu tür toplumların temel özelliği olan ortak mülkiyet özelliği, bu dönemlerde niteliğini yitirse de bu tür toplumlarda sosyal ilişkiler eski canlılığını sürdürmektedir. Tüm aile bireyleri kendi ailelerinin dışında başka bireylerin de denetimleri altındadırlar. Bunlar yakın akrabalar, komşular, kan bağına göre diğer aile bireyleri ya da kirvelik, dünürlük gibi aktiviteler sonucunda edinilen “sanal akrabalık” bağıyla, toplumsal denetim, etkisini hissedilir bir biçimde sürdürmektedir.


Birbirine yabancılaşmanın olmadığı bu tür yerleşim birimlerinde, farklılık adına görülecek nitelikler de oldukça azdır. Örneğin toplumsal olarak entelektüel bir hava yaratılamamakta, kültürel ve sanatsal aktivitelere girişilmemektedir. (2008’in bir yaz ayında Erciş Belediyesi’nin düzenlediği panelin konusu Van Gölü havzasının kalkınma stratejisine ilişkin görüş alış verişinde bulunmak ve Van Gölü’nün kirliğine dikkat çekmekti. Panele İstanbul’dan akademisyenler, önemli kurum ve kuruluşların yöneticileri katılmıştı. Akademisyen-ekonomist Baran Tuncel ekonomik öngörüleri anlattığı konuşmasında Japonya örneğini verirken hemen arka sırada oturan yaşlı bir amca of çekerek Japonya ile arasındaki uzak ihtimali dışa vuruyordu. Ona göre anlatılması gereken ekonomik öngörüler değil, duymak istediği günlük olaylardı. Küçük ve önemsiz bir ayrıntı olsa da genel bakış açımızın bu yönde olduğu gerçek) Çünkü toplum, bireyden, toplumsal birliği memnun edecek uğraşların yerine getirilmesini ister. Bunlar daha çok ekonomik temelli olduğu için, insanlar doğrudan getirisi olan işlere ya da mesleklere yönelmekteler. Toplumsal baskı aracı olan bu topyekûn denetim insanları pasifleştirmekte ve onları “hizalama mekanizmaları” sayesinde makul bir seviyeye getirmektedir. Yani toplum, kişiye toplumsal beklentiler ölçüsünde bazı şeyler için müsaade eder. Kişi, toplumu ya da cemaatinin onaylamadığı girişimlerde bulunmaz, olması durumunda ise aşırıya kaçtığı için onlar tarafından dışlanır, kişi yalnızlaşır. Bu tür sosyal ilişkilerin hüküm sürdüğü yerlerde kimse beklenin dışında bir eylemde bulunmaz, bulunmamaya dikkat eder. Örneğin giyim, ideoloji, tarz vb kişiyi ifade edici niteliksel özellikler genel olarak toplum tarafından belirlenen ve yazılı olmayan sosyal normlar tarafından kişiye dayatılır. (Son yıllarda özellikle üniversite öğrencilerinin ve erciş dışına çıkan gençlerin kendi tarzlarını izleme noktasında tek tipçiliği büyük oranda yıktıkları gözükmektedir.)

Bu hizalama mekanizmaları kişinin seçeceği meslek dalında da kendini gösterir. Örneğin önünde Güzel Sanatlar ve Eğitim Fakültesi seçeneği bulunan bir birey ekonomik kaygıdan dolayı eğitim fakültesini seçecektir. Belki de içinden heykeltıraş olma isteği vardır ya da piyanist, ama toplum ondan hemen para kazanacağı bir iş seçmesini istemektedir. Kişi bunu istemese bile o yaşına kadar bu şekilde koşullanmıştır. Kişisel gelişimden yoksun kuşakların yetişmesi hep bu anlayışın genç kesime empoze edilmesinden kaynaklanmaktadır. Hazırcılığa kaçan bir toplumda idealist insanlarla karşılaşmak maalesef düşük bir ihtimaldir.


Birey kendisinden beklen beklentileri yerine getirmekle meşgulken geçen zaman onu diğer insanlara biraz daha yakınlaştırmaktadır. Erciş’te insanlar değinmeye çalıştığım bu entelektüel bir uğraşın çabasında olmadıkları için günlük yaşam bir günün diğerinin kopyası halinde devam etmektedir. Ekonomik olarak gelişmişliğin yanında sosyo-kültürel bazda bu değişimin olamaması kısaca “kültürel gecikme” olarak sosyolojik/sosyal antropolojik dile çevrilebilir.


Erciş’te erkeklere ve kadınlara ait ayrı dünyalar olduğunu söylemek yanlış bir ifade olmaz. Erkek genelde dışarıda çalışmakta kadın ise ev işiyle meşgul olmaktadır. Erkek ve kadın arasında kesin bir iş bölümü görmek mümkün. Son yıllarda kadınların toplumsal hayata adapte olmada oldukça yol kastettiklerini görmekteyiz. Neredeyse tüm alış verişler kadın tarafından yapılmakta, bu da sosyal alanlarının daha da genişlemesini sağlamaktadır. Kadınların seçim şanslarının olması onların pazarlık etmedeki becerileriyle iç pazarı hareketlendirdikleri sonucuna da ulaşabiliriz. Aynı mahallede oturan kadınların sürekli iletişim halinde olduğu düşünülürse, ucuza alınan bir ürünün kısa sürede iyi bir reklamla yok satması olasıdır. Böylece kadın müşterilerini kaybetmek istemeyen esnaf fiyatları makul seviyede tutmak için elinden geleni yapar. Kadınların çarşı-pazara olan alışkanlıkları kendi inisiyatiflerinde davranıp kimi sosyalleşme becerileri geliştirmelerine de yardımcı olur. Böylece yeni arkadaşlarla tanışabilmekte, çevrelerini genişletmekteler. Bunun en bariz örneği kuaförlerde oluşturulan atmosferin kadınlar için yeni bir uğraş olmasıdır. Kadınlar bu şekilde kendileri dışındaki hayatlarla alakadar olabilmekte, oranda ayrılınca kendi komşularıyla bunun değerlendirmelerinden geri kalmamaktalar.

Daha sade olan Erciş günlük yaşamı özel günlerde oldukça renklenmektedir. Özel günlerde tüm aile bireyleri bir arada bulunmaya gayret ederler. Özellikle düğünler bu bir araya gelmenin kaçınılmaz fırsatlarından biridir. Genç erkekler, genç bayanlara göre daha sosyal oldukları için fazlaca bir sıkıntı yaşanmamaktalar. Ama bu özel günler, bayanlar için daha bir önem kazanır. Düğünler toplumsallaşmanın en önemli unsurlarından biridir. Davetliler aile bireylerinden oluşur. Bunlar özel olarak davet edilen bireylerdir. Bir de davetli olmadıkları halde düğünlere katılanlar vardır ki, bu kesim her düğünün en renkli kesimini oluşturur. Bunlar genç erkeklerdirler. Bunlar için orkestra sesinin duyulması yeterlidir. Erciş’teki anlayışa göre, düğün ve benzeri kutlamalar daha çok gençlerin kendilerini ifade edecekleri bir platformdur. Örneğin evlenen gençlerin önemli bir bölümü eşlerini düğünlerde seçerler. Düğüne gelen bir genç ya da onların grubu kesinlikle yadırganmaz. Batı toplumlarında oluşturulan kendi dünyalarında kendilerini ifade etme kuralı Erciş için pek de olası değildir. Büyük şehirlerden gelenler yabancıların düğünlere olan ilgilerini görünce şaşırmaktalar. Kendi sınırları olmayan bir anlayış onlara yadırgayıcı gelmektedir. Büyük şehirler için geçerli olan “yabancılaşma” olgusu Erciş’te söz konusu değildir. Sosyal alanların darlığı ve kendini ifade etmekteki yetersizlik kişilerin ortak bir platformda (düğünler gibi) daha rahat hareket etmesini sağlar.



Kız erkek ilişkilerinde birliktelikler meşru görülmediği için kendi içinde yaşanma ve dışa vurmama yoluna gidilir. Sosyo-kültürel yapıdaki sıkı ağ denetim mekanizmalarının bireyleri kısıtlı alanlarda hareket etmeye yönlendirir. Böylece herkesin için -bir şekilde meşru olmakla birlikte- göz göze gelme şansı da yaratılmış olur. Gençlerin halaylarda karşılıklı oynamaları (farklı noktalarda) bulunmaz fırsat olarak görülür. Her genç böyle bir fırsatı kaçırmamak için insanüstü bir çaba sarf eder. Tabii ki sosyallikten kasıt kendini bu şekilde ifade etmeyen ya da bunun basit bir var oluş sezgisi olarak gören kimi gençler bu durumu yadırgamaktalar ve rahat hareketlerde bulunmaktan kaçınmazlar. Bunlar kendi sosyal ortamlarını oluşturmakta zorluk çekmezler.



Erciş’te samimiyet insanlar arasında oldukça yüksek bir duyguda yaşanır. Dışarıda her daim selam verebileceğiniz ya da selamını alabileceğiniz birileri mutlaka bulunur. Bu nedenle yürürken sık sık başınızı kaldırıp etrafınızı gözlemeniz gerekiyor. İnsanlara karşı samimiyetsizliğiniz gözükürse dedikodunun olmaması kaçınılmazdır. Bu durumlarda kişinin kendini beğendiği ve bilinçli olarak selam vermediği sonucuna ulaşılır.



Karşılıklı selamlaşmalarda yerel ağzın kullanımı oldukça yaygındır. Karşıdan gelen büyüğün selamına karşılık eğilip büzülmek “toplumsal kabul” derecesinde içselleştirilen bir olgudur. Bu durum geleneksel olarak “terbiye görmek” ve “büyüğe saygılı olmak” ile açıklanır. Hatta çokça kullanılan “başım gözüm üzere”, “ellerinden öperem” sözlerini duyan büyüğün keyfine diyecek yoktur. Bu ve benzeri söylemler sıradan gözükse de, aslında toplumsal ağın ne derece sıkı sıkıya örülmüş olduğunun da kanıtıdır.



Erciş’in günlük yaşamında renklilikleriyle yer edinen bir kesim de yaşlılardır. Yaşlıların yer almadığı bir evde yaşam belirtisinin olmadığı düşünülür. Erciş’te yaşlılar arzu edilen şekilde aile sıcaklığı içerisinde yaşarlar. Evlenen gençler yaşam tarzlarına göre bu gerçeği de göz önünde bulundurarak evlenirler. Yaşlısına bakmayan evlatlar toplum tarafında dışlanır ve haklarında hoş olmayan ifadeler kullanılır. Dinsel ve toplumsal baskı, yaşlılara son zamanlarını rahat ve huzurlu bir aile ortamı içerisinde geçirtir. Tabiî ki yaşlıların ev hali içinde olmaları ve aktif gözükmeleri istenmeyen kimi olumsuzluklara da yol açar.



Kırsal kesimde evin hâkimi genelde kadın gözükür. Evdeki mal ve hizmetlerin yeniden dağıtımında her zaman kadının önemli etkisi vardır. Erkekler genelde ev dışı roller aldıklarından çatışmaların merkezinde olmamayı yeğlerler. Evin iktidarı kadında olunca gelinlerle anlaşmak kimi çatışma ortamlarını beraberinde getirerek mümkün olabilmektedir. Kaynananın iktidarını yitirmemek için çaba sarf etmesi çatışmayı da beraberinde getirir. Mutlak itaat gerektiren durumlar genelde köylülerin ortak algılarının sonucunda oluşmuş yaşam biçimidir. Kız gelinlik çağına gelinceye kadar bu öğretilerle büyümüştür, dolayısıyla, hayat biçimine ters bir durumla karşı karşıya gelmemektedir. Şehirde gelinler daha bağımsız ve rahat hareket ederler. Yaşam alanı olan evde kaynananın hakimiyeti gözükse de, genelde gelinlerin kendi inisiyatiflerinde hareket ettikleri görülür.


Yaşlıların ev içinde bulunmalarından en hoşnut olanlar ise çocuklardır. Öyledir ki, yaşlıların ellerinden büyümüş her çocuğun hayal dünyası müthiş geniştir. Dedesinden ya da ninesiyle ortak alanlar bulmuş çocuklar sözlü kültürle içli-dışlı olurlar. Kendi dünyalarında yarattıkları her türlü ayrıntıda yaşlılardan aldıklarının önemli izleri gözükür.


Son yıllarda çocuklarını evlendirmeden önce ona ayrı ev kuran aile sayısında hızlı bir artış var. Bu, gelinlerin yetişme tarzlarında bireysel hayatı yeğlemeleri ve kaynana baskısına maruz kalmak istememeleri ile açıklanabilir. Bu durumda kaynanalar ve kayınbabalar da yaşlılıklarında ev ortamında kavga-dövüş içinde bulunmak istemezler. Anlayışları farklı olan genç kuşak ile ev halkı arasındaki çatışma böylece önlenmiş olur. Belki de evliliğin zorlu bir süreç olarak algılanmasında bu ayrı yaşama isteğinin önemli bir yeri vardır.


Her şeye rağmen yaşlıların ev ve aile içinde ölümlerine dek süren bir statüleri bulunur. Yaşlılara olan saygıda dinin etkisi de unutmamak gerek. Yaşlılarına bakanların cennetle ödünlendirilecek olması inancı her tülü olumsuzlu ilk elden ortadan kaldırmaktadır. Yaşam biçimi olan kültürleri, insanların neyi nasıl yapmalarını gerektiğinde ortak hareket etmesini sağlar. Örneğin Aborijinlerde yaşlılar ruhani birer temsilcidirler. Yine Kızılderili kabilelerinde yaşlıların yol göstericiliğinden ve bilgeliğinden faydalanır. Eskimolar yaşam koşullarının zorluğundan dolayı yaşlılarını kutup ayılarına yedirmek zorunda kalırlar. Bir başka kabilede yerleşik hayat olmadığı için yaşlılar terk edilir vb. kültürlerle karşılaşmak mümkündür. Erciş’teki bu dinsel ağırlık ve toplumsal yaşam bir huzur evi örneğinin henüz var olmamasında önemli etkendir. Geçtiğimiz yıllarda kırsal bir bölgeye yapılan huzur evi kimsenin yaşlısını bırakmadığı için atıl durumda beklemişti. Çünkü sosyal normlar yaşlısına bakmayıp onu huzur evine bırakan kişiyi ayıplar ve onu cehennemlikle suçlar. Bu denli bir baskının altına girmek istemeyen kişi huzur evi yerine ölümüne dek yaşlısına bakmakla kendini mükellef görür.


Büyük şehirlerin ortak sorunu olan bunaltıcı yaşam tarzı ve yabancılaşma Erciş’te pek görülmemektedir.”Erciş’te Günlük Yaşam” , koşuşturmanın olmadığı, yaz aylarında hareketlenen alış verişin kışın yerini genelde sakinliğe bıraktığı, hoş, samimi bir ortam olarak değerlendirilebilir. Bunda ortaya çıkan sorun ise daha çok büyük kentlerde yaşamış kesimin geri döndüğünde bu sakinliğe alışmakta sıkıntılar yaşamasıdır. Sosyal aktiviteler istenilen seviyede olmadığı için, arzu edilen sosyal hava da yaratılamamaktadır.


İçten, sıcak, samimi duygular içinde yaşanan Erciş günleri herkesin istediği ve oluşturulmasında katkıda bulunduğu bir uğraşın çabasıdır.

Foto: Özgür Kıran, Ali Dağer (Kırgız kızı)


İsmet Tunç

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder