Küçük bir çocuktan bir hediye aldınız mı acaba? Maddiyat denen şeyin o an dünyada en değersiz şey olduğunu anladınız mı küçüğün gözlerine bakarken? Küçük bir yürek, küçük bir bakış ve gülen gözlerle size bakan bir minik, uzanan bir çift el, sevinçten uçmak üzere olan bir çocuk; bir dünya ve daha çok şeyi ifade den bakışlar… Bütün bunlar birkaç saniye içinde gözlerinizin önünden geçerken mutluluğun süresinin kısa ama kendisinin ne kadar uzun süreçli bir şey olduğunu düşünüyorsunuz.
Elinizde küçük bir zarfın olduğunu düşünün. Boyu bir karış kadar, belki sekiz ya da dokuz cm uzunluğunda, eni de bir o kadar. Makasla kesilip düzeltilmiş, özenle bantlanmış, küçük bir zarfa benzetilmiş. Üst kısmı kapak olacak şekilde kesilmiş ve zarfın üzerine katlanmış. Zarfın önü ve arkası değişik renklerdeki boya kalemleriyle yazılmış. Yazılan her satırda tarif edilemez bir mutluluk ve içtenlik saklı. Aklınıza pahalı bir hediyenin ambalaj kutusu geliyor. O hediyenin kutusu mu pahalı, yoksa bu mektubun elle yapılmış zarfı mı? diye geçiriyorsunuz içinizden.
Bu işlemler on beş dakikada hal oluveriyor. Sonra size yaklaşan minik kız hiç bir şey demeden ellerinize iliştiriveriyor zarfı. İlkin ne olduğunu anlayamıyorsunuz. Tebessümle kabul edip bakıyorsunuz. Üzeri değişik renkte kalemlerle yazılmış bir zarf, merak edip açıyorsunuz ve içersinde küçük bir mektup. Miniğin size dair düşüncelerini bölük pörçük cümlelerle yazılmış haliyle karşılaşıyorsunuz.
Çocukların yaratıcılıkları konusunda kafanızda onlarca şey beliriyor. Ben olsam birine hediye almak için nasıl bir yol seçerdim diye düşünüyorsunuz içinizden. Ya da şehirdeki bir çocuğun hediyelik eşya konusunda yaratıcılığı ile kırsalda yaşayan bir çocuğun hediye konusundaki yaratıcılığının farklarını anlamaya çalışıyorsunuz. Maddiyatın insanda uyandırdığı estetik anlayışı kavramaya çalışırken, “şehirde yaşasaydım acaba böyle bir hediye alabilir miydim?” diye geçiriyorsunuz içinizden. Belki de böyle bir hediye anlayışı olmazdı hayatımızda diyorsunuz kendi kendinize.
Küçük zarfın içerisindeki büyük yürek sizi de alıp uzaklara götürüyor. Geçmişinize, bir zamanlar bana anlamsız gelen şeyler vardı diyorsunuz kendi kendinize. Hediyenin küçüklüğünün size verdiği eziklik aslında karşı tarafta büyük sevinçler doğuyormuş. Ama siz bundan haberdar değilmişsiniz, aslında sizin de yüreğiniz bugün algıladığınız kadar büyükmüş ve anlamlıymış bir o kadar da…
Çoğu zaman hep çocuk kalmak, bazen telaşsız, bazen tıkırında bir dünyada yaşamak istiyorsunuz. Bir şeyleri halletmek on dakikada kendi imkânlarınızla yaptığınız hediye kadar basit olmalı diyorsunuz; sorunlar ve çözümleri beni yormamalı, bu zarf kadar basit ama bir o kadar da anlamlı olmalı. Yorulmak istemiyorsunuz; beyninizde çarpışan nesneler olmasın istiyorsunuz. Çocuk olmanın sevinci olsun yüreklerde ve daimi olsun gülüşler derinliklerde…
Bir Kızılderili sözü vardır ve sözün sonlarına doğru şöyle bir cümle geçer; “biz dünyayı çocuklarımızdan ödünç aldık” diye. Ne kadar derin ve anlamlı bir cümle. Acaba onların emanetine yeterince iyi bakabildik mi, yüzümüz kızarmadan yüzlerine bakabiliyor muyuz ve dünyayı onlar kadar çıkarsız sevebiliyor muyuz? Çoğumuz bu sorulara hayır diyor galiba. Dünyayı bir zarfın beyazlığı ve bir mektubun bölük pörçük birkaç cümlesi kadar sevmeye ne dersiniz? Yanılıyor muyum acaba?
Şehirli çocuklar öğretmenler gününde öğretmenleri için birbirinden değişik hediyeler bulma çabasına günler öncesine düşerken, köy çocuklarının böyle bir uğraşı yoktur. Yukarıda anlatılanlar, küçük bir uğraşın büyük bir anlam içerdiğinin kanıtıdır. Öğretmene alınacak en güzel hediye, maharetli ellerden çıkan bir zarf ve içine yazılmış sevgi sözcüklerinin bölük pörçük halde bulunmasından ibaret. Bazen bu da olmaz, yani öğrenci bir zarf ve yazılacak bir kâğıt da bulamamış olabilir; bu durumda evlerde bulunan plastik çiçeklerden, sapı paslanmış olsa dahi bu çiçeklerden birini alıp öğretmenin bu özel gününü kutlamayabilir; üstelik içinde en ufak bir eziklik duymadan.
İsmet Tunç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder