Erciş'te güneşli bir gündü, sokaklar olabildiğince temiz, yerlerde gözlere çarpan tek aksilik belki sigara izmaritleriydi. Erciş eskisi gibi kirli ve her tarafın çöplerle kokuşmuş olduğu bir yer değil. Gönül rahatlıyla dışarı çıkılabiliyor. Buna da şükür diyoruz. Yerlerimiz temizlendi, sırada başka "yer"lerimiz var...
Gazetemi aldım, Zeylan Caddesi'nden Emniyet Caddesi'ne, oradan Vanyolu Caddesi'ne geçtim. Günün sakinliği ve güneşin tazeliği hâkim her yere. Şu çayevine oturayım da belki biraz gazete okurum dedim. Kahvehanelerin işlevlerini yitirdikleri gerçeği hala hafızalarımızdayken, ben çevreyi gözlemlemeye başladım. İçerisi büyük ahşap masa ve sandalyelerle donatılmış.
Üçerli beşerli guruplar halinde ellerde sigaralar, derin sohbetler hâkim çayevine. Çaylar arada bir tazeleniyor. Gözlerim boyacı çocuk aradı birden. Az bir zaman sonra biraz zayıf, ürkek gözlü bir çocuk çıkageldi. El işaretimle birlikte yaklaştı, terlikleri istedim, ayakkabılarımı aldı ve gitti. Eskiden tahta sandıklar taşınırdı bellerde. Şimdi poşetler yeterli geliyor.
Ben çayımı yudumlayıp arada gazeteye bakarken, çocuk çıkageldi: Bir güzel parlatmış ayakkabıları. Hoşuma gitti... İşini severek, güzel yapmak... Hak etmek bazı şeyleri. Üçkâğıtçılığın henüz sınırlarına uğramadığı bir yaşta olmak, ne güzel…Temizliğin en saf halini çocuk gözlerinde taşımak ve çocuk olmak...
“Otur da birer çay içelim” dedim çocuğa, “hayır” dedi. Derken "hayır"ı, elleri göğsündeydi, hafif eğildi, bu hareketi saygıdandı elbette... Bir utangaçlık vardı gözlerinde, içinden eriyen bir tebessüm damlıyordu dudaklarına... Ben daha da kötü oldum ve oturması için bir iki hatta üç defa ısrar ettim. Çaresiz kabul etti. Elimi kaldırıp bir çay daha istedim.
Başladık sohbete. Beş çocuklu bir ailenin en büyüğü, yaşı on üç henüz. Babası işçi, çalışmak zorunda kaldığı için üzgün, üzgünlüğü derslerine yeterince zaman ayıramamasından. Babası birçok kitap almış ona; roman, ansiklopedi, dergiler... Anne ve babasının en büyük dileği çocuklarının okuyup iş güç sahibi olmasıymış. Bu istek çocukta büyük bir baskı oluşturmuş şimdiden. Eğer okuyup meslek sahibi olmazsa onlar çok üzüleceklermiş... Değişik işlerde çalışmış, dokuz yaşından beri de çalışıyor.
Çocuk sorduğum sorulara içtenlikle cevap verdi. Cevap verirken hala çayını içmemişti. Belki de zaman kaybettiğini düşünüyordu kim bilir, belki de utanmıştı benle birlikte çay içtiğine. Israr ettim arada çayını iç dedim. Kaşığı eline alıp şöyle bir daldırdı çaya, bardakta birkaç daire çizdikten sonra durdu, ama çayı de içmedi, ben de üstelemedim.
Benim ona ilk söylediğim çalışmanın ayıp olmadığıydı. “Önemli olanın bir mesleğinin olması değil, sevdiğin mesleği yapmandır” dedim. Belki fazla kazanamıyoruz, birçok hayallerimiz eksik kalıyor ama günün çoğunda mutluyuz ya da mutlu olmaya çalışıyoruz. “Anne ve baban sorumluluklarını yerine getirmek zorundalar” dedim. “Bu, senin ezik olman için değil, kendi sorumluluğunu yerine getirmen için olmalıdır. Eğer sadece onların yaptıklarını düşünüp bunun altında ezilirsen o zaman kendi sorumluluğunu unutursun ve mutlu olmazsın” diye devam ettim.
Ne de olsa küçük yaşlarda birçok işin peşinden koştuk, Çocuktuk, para kazanmak hoşumuza gidiyordu. Çocuğu anlamak zor olmadı. Dokuz yaşından beri birçok işe girip çıkmış, tıpkı çalışan bütün çocuklar gibi...
Çocuğa, "hayatta kazançlar farklı farklıdır, bugünkü kazancın da bu sohbetimiz olsun" dedim, gülümsedi. Okumayı seviyormuş, okumak için elinden geleni yapacakmış, öyle söz verdi bana. "Hem artık boyacılık yapmayacağım" dedi. Kütüphanede iş bulmuş. Yarı zamanlı kütüphanede çalışacak: Artık kitapların içinde olacağı için mutlu. Böylece istediği zaman ders de çalışacak. Söylediğine göre, kütüphaneye gelenlerin hangi türden kitap istediklerini anlayıp onlara yardımcı olmak biraz zormuş. “Zamanla işi öğrenirim” diyor.
Hayat bir bütün, bazen ummadığınız anda bir hikâye yakalayabiliyorsunuz. Yeter ki hangi gözle bakabilelim... Küçüktük, birçok işe girip çıktık, yılar yılları kovaladı, bir yerlere geldik ya da gelemedik... Ama bazen dönüp geçmişinize baktığınızda, yani sokakta ya da herhangi bir işle uğraşan çocukları gördüğünüzde "ben de bir zamanlar çocuktum" diyorsunuz. O çayevinde belki de küçüklüğümle karşılaştım, belki ondan çocuğa oturması için ısrar ettim, belki başka şeyler bilmiyorum. Belki de çocuğu işinden alıkoydum kim bilir? Onun amacı, o gün, günün anlam ve önemini belirten bir sohbete katılmak değildi elbette. Bunu hatırladım ve çocuğa, boyayacağı birkaç ayakkabı karşılı olan parasını da uzattım, “yeter mi?” dedim, yine gülümsedi, “fazla” dedi, ben de ona gülümsedim. İkimiz de mutluyduk...
Ben kalkarken daha çayını içmemişti, içti mi? onu da bilmiyorum doğrusu. Dışarıda hayat devam ediyordu, ben bir yerlere yetişmek zorundaydım yine. Hayat büyüdükten sonra koşuşturmadan ibaretti ne de olsa. Ve son olarak çocuğa duymayacağı şekilde şöyle seslendim "umarım erken büyümezsin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder