Perşembe, Temmuz 2

KÜLTÜREL YOZLAŞMA

Kültür, bir toplumun bütün yaşam biçimini kapsayan, en geniş anlamıyla bir toplumu benzerlikleri ya da farklılıklarıyla bir diğer toplumdan ayıran, geçmiş ve geleceği içerisinde barındıran bir bütündür. Böylece kültürün kapsamına, insanın bütün yapıp-etmeleri dâhil olmaktadır. Bir toplumu oluşumunda rol oynayan her şey kültürün kapsamına girer. Örneğin politik kültür, ekonomik kültür, sosyal kültür, alet kültürü, yiyecek kültürü, giyim kültürü, yapı kültürü gibi...

Kültürün bir yaşam tarzı oluşu, onu diğer toplumların yaşam tarzlarıyla buluşturan/birleştiren en önemli öğedir. Bu durumda bir kültürden bahsetmemiz olası değil. Çünkü “bir kültür” sadece belli toplumlara ait yaşanan kültür öğesidir; biriciktir, özeldir. “Kültür” ise tüm insan toplumlarının birlikte yaşamları sonucu ortaya çıkan bir olgudur. Ortaya çıkan kültür unsusu tüm medeniyetlere aittir.

Kültürlerin bu denli yakınlaştığı dönemde –sanayi devriyle beraber ortaya çıkan gelişmelerin etkisiyle- “biricik kültür/ler”den söz etmemiz oldukça zorlaştı. Kültürel benzeşim nedeniyle daha dar kalıplara sahip kültür ürünleri silinmeye başlamıştır. Dünya ölçeğinde ticari rekabetin kültürler üzerindeki etkisi zengin uluslara ait kültürlerin baskın olmasıyla sonuçlanmıştır. Artık sadece kültür var. Bu kültür, hepimizin akraba, eş-dost olmasını sağlayan bir özellik gösterir.

Kültürlerin bu denli birbirilerine yakınlaşması aslında arzulanan bir durumdur. Bu sayede insanlar birbirlerinden haberdar olacak, “kültürel yayılma” , “ödünç alma” ya da “ kültür teması” şeklindeki etkilenmelerle dünya ölçeğinde bir kültür harmonisi oluşturulması arzulanmaktadır. Tarihin çok eski dönemlerinden beri insanlar “etno-santrik” (ırk merkezci) ve ego-santrik (ben merkezci) yaklaşımlardan kurtulamamışlardır. Dünyanın siyasi, politik, ekonomik, kültürel olarak bugünkü konumuna gelinceye kadarki geçirmiş olduğu değişim, bizlere bu yaklaşımların kültürleri yaşatmak yerine öldürdüğünü göstermiştir. Bu nedenle zengin uluslar, kendi kültürlerini fakir olan uluslar üzerinde dayatma politikası şeklinde ya da onları kendi içlerinde asimile etmişlerdir.

Yerel kültürler gelişim hızlarına ulaşamadıkları ulusal kültürlerin etkisinde kalarak yok olmaya başlamıştır. Kendi kültürel özelliklerini yaşamak yerine dayatılan kültür ürünleri, gelişmemişliğin ve bilinçsizliğin neden olduğu bir yok olma sürecine girmiştir. Kültürel çoğulculuk saygı esasına dayanan ve karşı tarafın herhangi dayatması olmadan içinde yaşanılan durumu ifade eder.


Kültürel çoğulculuk kavramından aldığımız yaşam zevki kadar, bu kavramın toplum hayatımızdaki etkileri katkısından çok daha zararlı oldu. Neyi ne kadar alacağını bilen bir millet olmadığımız için, bizler sadece olayın pırıltılı taraflarıyla yetindik. Bunu biraz açmaya başlarsak önümüze televizyon ve futbolun yıkıcı etkisi çıkıyor.

Televizyon yayıncılığının yeni yeni başladığı yıllarda, televizyon ülkemizde, hoş sohbetlerin masum heyecanlarla izlendiği bir döneme denk gelir. Bu özel kutu her zaman açılmaz belli zamanların keyif aracıydı. Yıllar yılları kovaladı, bu özel kutu, kara kutuya dönüştü ve bu kara kutu milyonları kendi içinde hapsetti. Düşünülmesine, yazmasına, birbirine kenetlenmesine izin verilmeksizin afyon gibi herkesi kendisine bağlı olduğu devasa bir insan yığını oluşturdu. Oluşan bu insan yığını, düşünmeyi, düşünerek üretmeyi unutmuş, kendi gibi o an hipnoza yakalanmış milyonlarca insan gibi pasifleşmiş ve devre dışı bırakılmıştır. Günün en güzel saatlerini bu şekilde heba den insan; yorulmakta, uyuşmakta ve devre dışı bırakılmaktadır. Küresel rekabet insanlara daha çok yakınlaşma çabasına girdikçe, insanlar o hızla aptallaş(tırıl)maktalar.

Talk show, batının eğlence sektörüne kazandırdığı bir kavram. Maddi olarak rahatlayan batı, nasıl harcayacağını ve nasıl yorgunluğunu atacağını düşünüp bu eğlence biçimin ortaya çıkardı. Çok geçmeden bizler de eğlencenin hakkımız olduğu duygusuna kapıldık ve tüm kapılarımızı bir daha kapatmamak üzere bu dünyaya açtık. Artık etki alanına girdiğimiz televizyon ve “show” programları sayesinde hepimiz kültürlü birer insan olduk. İlişki kavramına farklı bir perspektiften bakmaya başladık. Her şey gayet normal olarak hayatımıza girmeye başladı. Dizi kahramanları anne-baba, eş-dost yerine hatırlanır oldu. onlarla uyuduk, onlarla yeni güne kavuştuk. Yarışmada her elenenin kendimiz olduğu hissine kapıldık, akşama kadar kazandığımız iki kuruşu destek olsun diye fedakarca harcadık, her tarafı kameralarla donatılmış bir evde bizler yerine yarıştığını düşündüğümüz popüler, balon gençliğin sohbetleri için saatlerimizi televizyon başında geçirdik. Daha neler yaptık neler...

Artık her sabah ev hanımlarımız en mahren hallerini stüdyoda anlatır oldular. Toplumsal yozlaşmanın en açık kanıtı gözler önüne serildi. Sosyal normlar gevşedi. Genç kızlarımız ve genç erkeklerimiz evden kaçıp birer star olma yoluna giriştiler. Artık diziler, aşkı aldatma üzerine kuruldu. Konusu aldatma ve şiddet olan yapımlar tavan yaptı. Aldatma, cinsellik, uyuşturucu vb gibi kavramlar çocukların zihinlerine yerleşti. Haber yerine ünlülerin aşk sohbetleri izlendi. Medya daha da olayı abartarak havadan haber yapma konusunda yarışa girdi. Bütün bunlar olup biterken sadece izleyerek onlara yardımcı olduk. Hanımlarımız bir televizyon programları için kadrolu izleyiciler olarak çalışmaya başladılar. Olayı daha da dramatik hale getirmek için mikrofonlara sarıldılar ve anlatılan hikâyelere katıldılar. Ekran karşısındakilerin buna inanması için de daha fazla ağladılar daha fazla bağırdılar. Ne de olsa bu onların işiydi. Sunucumuz ne kadar çabuk ağlarsa o kadar reyting yapacağına inanıyordu. Çünkü duygusal bir milletiz, başkasının acısı bizim de acımız sayılırdı, beraber ağlamak paylaşmak değil miydi acıları?

Bu kutu biz zevk aracı olan futbolu da yatak odalarımıza kadar getirdi. Eskiden sadece sokak arasında hafta sonlarımızı ayırdığımız bu güzellik artık eşlerin boşanma nedeni olabilecek kadar sosyal bir yara haline geldi. Tüm dünyayla aynı anda uyutulduk, kendimizi bu hastalıktan ayrı tutamadık holigan olduk, serseri kurşun olup balkonunda hava alan birini ya da stadyuma arkadaşıyla, ailesiyle sporun güzel yüzünü görmek isteyen birinin/lerinin hayatını kararttık. Artık çocuklar okul yerine soluğu başka yerlerde aldı. Baş döndürücü uçuk fiyatlar herkesi futbolcu olma sevdalısı yaptı. Bunu spor olsun diyerek yapmak yerine para kazanma amacına döktük. Gözlerimizi hırs bürüdü ve çoğumuz heba olduk. Neler kaybettiğimizi çok sonraları anladık.

Psikologlarımıza daha çok iş düştü. Artık onlarla daha fazla mesai yapmak zorunda kaldık. Zamanında nasıl önlemler alabiliriz diyerek kapısını çalmadığımız bu kişileri daha fazla arar olduk.


Futbol diktatör yönetimlerce halkı bir arada ve başıboş bırakmamak için kullanılmıştır. İspanya' da Franko, büyük stadyumlar inşa etmiş, insanların oraya toplanmasını sağlamıştı. Yine Portekizli diktatör Salazar da aynı yöntemle insanları bir arada tutmayı amaçlamıştır. Salazar,3f kuralıyla insanların çok kolay idare edilebilineceğini dile getirmiştir. Bunlar futbol, fado (örgütlü din) ve fiesta (şölen)dir. Bu sayede insanlar düşünmeye fırsat bulamamış ve yönetildikleri sistemler için birer potansiyel suçlu olma riskinden de kurtulmuşlardır. Vücut uyuşturucuya alıştırılmış gibi her gün magazin, spor, eğlenceye gereksinim duyar hale geldi. Bu şekilde insanlar asli görevlerini yerine getirmek yerine yapay kültürlerle oyalandılar.

Çocuklarımız, genç erkeklerimiz ve genç kızlarımız internetin sağladığı olanakları maalesef farklı amaçlarla kullanılır oldular. Baskı altına alınmış, duyguları açığa çıkamayan gençlik hiç tanımadığı insanlarla her şeyini paylaşılır hale geldi. Toplumsal kabuller gençlerin kendilerini kimi noktalarda sınırlamalarını ön gördüğü için, gençler bu gizli dünyanın nimetlerinden nemalanmak gereği hissettiler. Tanımadıkları, dünyanın öbür ucundaki insanların fikirlerini, yaşam tarzlarını kendilerinde görmeye başladılar. Evden kaçmalar, tanımadığı insanlarla gizli buluşmalar ve sonrasında kültürel değerlerine yabancı bir gençliğin ortaya çıkmasıyla sonuçlanan süreç. Oysaki çözüm ebeveyn ile çocuklar arasındaki iletişim kopukluğundan kaynaklanmaktaydı.

Bazı şeylerin konuşulmasının tabu olduğu kültürümüzde, bu yasak şeyler ister istemez gençlerimizi internet gibi bir tuzağa çekmiştir. İlgisiz kalan, bilgilendirilmeyen, sorunları görmezden gelinen gençlik, kendi problemlerini tanımadığı ortamlarda çözmeye kalkışınca ortaya psikolojik sorunlarla boğuşan bir kuşak çıktı. Oysa aile gereken ilgiyi, bilgiyi ve yapılması gerekenleri genel kabuller içinde çocuğa vermeye çalışırsa, toplumsal değerlerin insanları birbirine bağlayıcı yönü kurtuluş reçetesi olabilir ve aile çocuğuna kültürün kimliksel özeliğinden bahsederse, herhalde, gençler kendilerini bu kuşak çatışmasının içinde bulmayacaktır.

Sonuç olarak yozlaşan bir toplum, yozlaşan bir medya ve yozlaşmaya doğru giden bir insanlık çıkıyor karşımıza. Yine de ümit etmek gerek, eğitimin bilinçli nesil yetiştirme gayretleri hiç bitmemeli. Tv, internet, futbol, gazete, müzik ve daha onlarcası… İlk çıktıklarında heyecanlandırdıkları insanların sonradan kâbusu oldular. Aslında bunlar sadece gelişim için iyi birer basamak olmalılar. Bilgi toplumuna geçtiğimiz 1950’li yıllardan itibaren kitle iletişim araçları hayatımızın her alanında kendine yer edindi. Bu araçların her biri kişisel gelişim için iyi birer araçken, yanlış kullanımları ise onları kültürel yozlaşmaya doğru itmektedir.


İsmet Tunç

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder