Pazartesi, Temmuz 6

Dünya vatandaşı olmak

Dünya vatandaşı olmak

Theodore Zeldin'in harika eseri “İnsanlığın Mahrem Tarihi”'nde, yazarın konuşturduğu bir karakter olan muhasebeci Patricia kendini şu harika cümleyle tanımlar: “Ben dünya vatandaşıyım.”

Her insanın böyle düşünmesi durumunda etnik merkezcilikten kurtuluşun bir ölçüde sağlanması mümkündür. Kendini ve kültürünü merkeze koymanın, başkalarını da o merkezden itmenin olası sonuçları, "benim kültürüm güzel, seninki değil" mantığını doğuracağı için, muhtemelen bu söylem tüm dünya halklarını bu etnik merkezci hastalıktan kurtarması için bir ölçüde işe yarayabilir.

Fransız Devrimi’nden sonra kendi sınırlarına çekilen ve milliyetçilik duygusuyla sınırlarını oluşturan dünya devletleri, imparatorlukların yıkılmasıyla kendilerini duyguya bağımlı bir koruma güdüsüne emanet ettiler/ettirdiler. En azından aklın bir süreliğine bu durumda işlevsiz kaldığını söylemek mümkün. Çünkü kendi ulusunun kaderini tayin etmenin yolu, gözü kara, her türlü ilkel savaş aletleriyle cepheye koşmaktan geçmekteydi. Peki, kötü mü oldu?

İki türlü bir cevapla bu soruya ya da değerlendirmeye yaklaşımda bulunmak mümkün. Birincisi, insanlar milliyetçilik duygusunun rüzgârıyla, dalgalandırma ümidiyle bayraktarları (ve tabii ki diğer manevi değerleri) peşinden koşturarak bu uğurda can vermişlerdir. Dinsel-büyüsel argümanların bu durumlarda fazlaca kullanıldığı, etkilerinin günümüz de dahi sürdüğü o atmosferde kazanılan zaferler bu devletlerin şanlı tarihi olarak anlatıldığı ve anlatılmaya da devam edileceği ortadadır. İkinci bir yaklaşım ise (olumsuz olanı), bu zor ya da imkânsız durumlarda kazanılan zaferlerin aradan yüzlerce yıl geçmesine rağmen hala aynı duygu yoğunluğuyla yaşanılıyor/yaşatılıyor olması. Bunun en açık göstergesi, bir yandan laiklik eksenli çağdaşlaşma ve bilimsel olgulara yaklaşma, diğer yandan da geçmişin manevi dinsel-büyüsel o atmosferini her defasında birilerine hatırlatma gereğinin her daim dillendirilmesidir.

Bugün için yüzyıl önce bir savaşın hangi durumlarda kazanıldığının pek bir önemi yoktur. Önemsizlik, tarihi yok saymak olarak anlaşılmamalı! Aksine tarihinden ders çıkaranlar geleceklerini inşa edebilmekteler. Oysaki yaşanan durum bunun pek de öyle olmadığını göstermektedir. O günkü savaş psikolojisiyle yaşayan yığınlar olası her türlü yeniliği ya da başkalarından gelen eylemi her daim yıkıcılık ve kötü olarak algılama yetisine sahiptirler. Anlaşılamazlık bu noktada ortaya çıkmakta ve kişiler, bu olumsuzluğun nedenlerini –ne gariptir ki- geçmişin değerlerini koruma güdüsüyle açıklamaktalar.

Bir şekilde, kazanılan geçmiş zaferlerin, o olusun kaderini tayin ettiği gerçeğini saklı tutarak (buna bir ölçüde saygı da duyarak) her türlü koruma ediminin bu o günkü psikolojiyle açıklanıyor olması, bu değerlerin tabular üzerinden korunmaya çalışıldığın da işaretini vermektedir. Kişiler zorluklar üzerinden kazanılan değerler ya da hakların, bir başkalarının kullanımına ya da paylaşımına açılmaması gerektiğini, bunun yapılması durumunda ise kendilerini tarih tarafından cezalandırılacaklarını düşünmektedirler. Bu psikoloji, Fransız Devrimi’nden sonra çizilen sınırların bugün korkuyla korunduğunun da kanıtıdır.

Zeldin’in karakteri bu sınırlardan çıkışın dünya vatandaşlığıyla mümkün olabileceğini bize göstermektedir. Evet! Dünya vatandaşlığı bugün için geçerli en güvenli yollardan biridir. Küreselleşmenin yıkıcı etkisini göz ardı etmeden kültürel bazda çeşitliliği koruyup kültürel entegrasyonun bu bilinçle sağlanması olasıdır. O zaman “ben” yerine “biz”in kullanımı kolaylaşacak, aslında bekçiliğini yaptığımız değerlerin korku olmadan daha iyi korunabildiğini göreceğiz.

Kültürün özel olanın içinde “biricik” ve “tek” olanını bu şekilde daha iyi muhafaza etmek mümkün. Kendini cemaatine, sınırlarına, ulusuna hapsetmiş kişiler ne yazı ki dünyanın sadece kendi etraflarında döndüğünü düşünmekteler. Düşüncenin kıt olması hep bu yanılgıdan ve korkudan kaynaklanmaktadır. İnsanın dünya kültürleriyle ilgileniyor olması, sadece kendi kültürüyle ilgileniyor olmasından çok daha önemli ve değerlidir. Bu nedenle yerelliliğin tadını evrenselliğin tadıyla buluşturmalı ve kültür armonisinden yeterince tadı alarak yaşamalıyız.

İsmet Tunç

ismet.tunc@mynet.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder