Perşembe, Temmuz 2

GÜNALTAY ATALAY VE KIRK ÜÇ YIL ÖNCE ERCİŞ /6

O dönemin toplumsal yaşamında kadının yerine de bakmakta fayda var. Genel olarak ataerkil duruşun baskın olduğu toplumumuzda, o dönem bu ağın daha sıkı örüldüğünü görmekteyiz. Yakın zaman kadar, Günaltay Atalay’ın anılarında değindiği türden karakterlerle karşılaşmak mümkün idi. Kadınların kendi dünyalarında yarattıkları ve toplumca da uygun görülen rolleri vardı. Her nasılsa bu rolden kopuş uzun zaman önce yaşanmışsa da, kendini o dönemin psikolojisinden soyutlayamayan yaşlılarımız mevcut.

“Güzel bir bahar sabahı, okula gitmek için evden çıktık. Musa, kendi okulunun yolunu tuttu, ben de bir başka yolu… Karşıdan kara çarşaflı, peçeli, yalnızca gözleri açıkta bir kadın, yoldan rahat geçsin diye yolun tam sağına vermiştim kendimi, geçiş anında aramızda en az 4 m. vardı. Kadın, benim hizama 2–3 m. kala birden kendini duvar dibine atıverdi, yere çömeliverdi… Başını da duvara çevirmişti… O anda içimde büyük bir insanlık ve meslek acısı duymuştum. İçim parçalanırken, kadından değil; kendimden utanmıştım bir eğitimci olarak… Bu utanmışlık, yıllardır bu bölgeleri ihmal eden yöneticilerin, iktidarların bana devrettikleri, sırtıma yükledikleri utanmışlıktı… Bu, onların büyük ayıplarının bir sonuçlarıydı. Bu yıkıcı duygu içinde, adeta kendi ayaklarıma çelme taka taka yoluma devam etmiştim… Ve kendi kendime “Ah be teyzeciğim, Tekirdağ nire? Van nire?... İstanbullarda okuduk, senin ilçene atandık, bir pazartesi günü ilk duraktan, Haydarpaşa’dan yola çıktık, 4 gün boyunca perişan olarak; tünelden kara dumanları soluya soluya Anadolu’yu trenle aştık, son durak Tatvan’a geldik, torunlarını, çocuklarını, akrabalarını okutmaya, onları hayata, geleceği öğretmeğe geldik… Sense karşında evladın yaşında bir erkek görünce, neredeyse başını taş duvarlara vurmaya kalkıyorsun.” Günaltay Atalay, bir diğer anısında ise; ev değiştirmek istediklerini, bu nedenle yeni buldukları evi görmek ve ev sahibiyle kira konusunu konuşmak için memur olan şahsı evinde ziyaret ettiklerini anlatır. Bu esnada ev sahibiyle konuşurken çayların geldiğini anlatır hoca. Sonrasını Günaltay Atalay şöyle devam eder: “Memurun eşi, çay demlemiş, elinde çay tepsisiyle kapıda gözükmüştü. Kocası, kadının kapıda görünme suçundan (!) sonra daha da suç işlememesi için birden ayağa fırlayıp çay tepsisini kadının elinden kaptı, tepsiyi bize tutarak ikramda bulundu.” Sonrasında memur olan şahsın babası gelen gelinine evi temizleyip temizlemedikleri sorar ve gelin sadece başını sallar. Hoca, orada sesin duyulmasının ayıp olduğunu söyler. Gerçekten de günümüzde bile devam eden bir uygulamadır bu. Kadınlar seslerinin yabancı erkeklerin duymayacağı seviye çıkarmaya çalışırlar. Hala evlerde gelinler vardır ki; kayın babalarıyla ya da eşlerinin büyük kardeşleriyle rahat rahat konuşamazlar. Bir tür saygı belirtisinden kaynaklanan kültürel bir algılama.

Böylece batılı birinin iç çekmelerini doğuda duyumsamasına şahit oluyoruz. Esasen toplumsal yapının, kendine, sığ suları içinde geliştirdiği ataerkil ağ, kadının din eksenli yüklendiği misyonu da düşününce bize normal gözüken ama hocaya farklı ve yadırgayıcı gelen bir tablo ortaya çıkmaktadır.

Bir başka ayrıntı da, hocanın atandığı ilk yıl olmasına rağmen kendi tecrübesizliğini kabul etmesidir. Şöyle ki; O dönem memurları fırsat buldukça bir arada bulunmaya gayret ederlermiş. Günaltay Hoca, da özellikle İş Banka’sının müdürüyle ve dönemin Cumhuriyet Savcısı Ziya Bey ile yakın dostluk kurmuş. İş Bankası’nın müdürü Hüseyin Gündüz Bey oldukça kendisini geliştiren biriymiş. İki çocuğu Günaltay Atalay’ın öğrencisi olduğu için evde sürekli ondan bahsetmişler. Babaları da merak edip hocayla tanışır, onunla yakından ilgilenir, aralarından dostluktan öte bir dayanışma başlar. Günaltay Atalay, Hüseyin Gündüz Bey’den çok şey öğrendiğini söyler. Bir de hocanın savcı Ziya Bey’den önce/sonra diye hayatını iki kategoriye ayırması var. İşte gerçek bir yaşam kesiti. Ders verirken bir anda ders alan da olabilirsiniz. İçten, samimi bir yaklaşımla, üstelik branşı edebiyat olan bir öğretmene edebiyat dersi vermek çok farklı olsa gerek. Ama karşısındaki bunu anlatacak olgunluğa sahipse, diğeri de bunu alabilecek kadar mütevazılık gösterirse unutulmayacak bir anı ortaya çıkar. Bundan sonrasını Günaltay Atalay’ın anılarından devam edelim.

(devamı yedinci yazıda...)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder