Erciş'in düşman işgalinden kurtuluşunun 90. yıl dönümünü kutladık. (1 Nisan) Herkes sevinçli, çocuklar bayram havasına girmiş, babasının, annesinin ya da bir büyüğünün ellerinden tutan soluğu tören alanında almış.
Bir tarafta askerler, diğer tarafta okul çocukları, kaldırımlarda, ağaçlarda, yüksek binalarda vatandaşlar, herkes coşkulu, herkes eğlencenin tadına varmaya çalışıyor.
Kalabalığa girişte ilk dikkatleri çeken, garip makyajlara bürünmüş "Kuvayi Milliye Teşkilatı 1918" yazılı pankartı taşıyan gurup. Bir ellerinde kılıç, diğer ellerinde silahlarıyla, gözlerinde siyah gözlüklerle sanki film setindeler. Etraflarına değişik el kol hareketlerinde bulunuyorlar. Kanları kaynıyor belli... Böyle önemli bir günde geçmişin askerlerini canlandıracaklar. Kolay değil tabi... Bir de bütün gözler onların üzerlerinde, böyle olunca daha da coşuyorlar.
Durmadan geziyorum, değişik gurupların aralarına katılıyorum. İnsanların psikolojilerini anlamaya çalışıyorum. Kimileri kendince yorumlar yapıyor, kimileri "ne zaman kovalayacaklar Ermenileri" sabırsızlığıyla bir diğerine sorular soruyor.
Bir köşede patlama sesleri geliyor. Yanı başımdaki vatandaş "bu Ermenilerde ne kadar kurşun var, hiç bitmiyor" şakalarıyla durumu yorumluyor. O tarafa yöneliyorum. Genelde uzun boylu gençlerden oluşan Ermeni çetelerini temsil eden gurup durmadan havaya ateş ediyor. Yüzleri boya kalemleriyle değişik desenlere boyanmış. Kollara boydan boya dövmeler çizilmiş, saçlar değişik şekil ve boyalarla süslenmiş...
Konuşmalar yapılıyor, şiirler okunuyor, okul bandosunda olan çocuklar gelişi güzel trampetleri çalıyorlar. Birazdan en heyecanlı yere yani Ermenilerin kovalanışına gelecek sıra. Hala 90 yıl öncesinde yaşıyoruz. Yıl 2008, uzay çağındayız, ulusal sınırların pek de önemli olmadığı, ülkelerin kaynaşmak için ellerinden geleni yaptıkları bu yıllarda bizler hala birilerini kovalıyoruz.
Tarihimizi unutmayalım, tarih bilinci bir ulusu ayakta tutan en önemli göstergedir. Ama tarih sadece beş dakikalık temsili bir kovalanışla anlaşılmamalı. Her şey bu kadar basit ve sıradan değildi. O günün olgunluğu ve şartları değişik şekillerde aktarılmalıydı. Bugün Japonlar dünyayla en çok entegre olan milletlerin başında geliyorlar. Ve geçmişte yaşadıklarını bilinçli bir şekilde öğreniyorlar. Okumayan, okuyanın bile okuduğundan pek bir şey anlamadığı bir toplum anca kendini böyle beş dakikalık temsili savaşlarla tatmin edebilir.
Gelecek nesiller yani bugünü ellerinde oyuncak silahlarla geçirenler, büyüdüklerinde yine birilerini kovalıyor olacaklar. Çünkü hep bunu gördüler. Birileri kaçıyor, diğerleri kovalıyordu. Demek ki öndekiler hep düşman, arkadan kovalayanlar ise dosttu. O zaman biz Ermenileri hep düşman bileceğiz. Geçmişi unutup yeni bir dünya için elele verme girişimini unutacağız. Atalarımız o gün buna mecburdular belki. Savaş iyi ve kötü kavramının birbirine karıştırıldığı bir durum. Onlar geride kaldı ve bizler o günün şartları yaşamıyoruz. Avrupa Birliği'ne girmeye çalıştığımız bu dönemlerde birbirimizi anlamak yerine hala düşmanlığı hatırlatan eylemlerde bulunuyoruz..
Bu törenler kültürel konularda sergi, fuar ve benzeri sosyal hayat için gerekli aktivitelerle süslenemez miydi? Tarihin objektif tarafını anlatan bir konferanslarla desteklenemez miydi? Ya da barış ve dostluk güvercinlerinin farklı şekillerde havalanmaları için bir şeyler yapılamaz mıydı?
Küçük çocukların elerindeki oyuncak silahlar çoğu şeyi anlatıyordu. Şimdiden ellerini alıştırıyorlar. Her köşe başında bir karton, içinde ise oyuncak silahlar. He çocuk bu oyuncaktan edinmiş. Şimdiden sağa sola rasgele ateş ediyor. Geleceğin bilim adamlarını, sanatçılarını, siyasetçilerini, öğretmen ordularını bu şekil mi yetiştiriyoruz. Küçükken eline aldığı silahın büyüsüne kapılıp sonradan suça karışan onlarca kişiyi örnek gösterebilir çoğumuz. Bilimsel araştırmalar gösteriyor ki; çocuğu nasıl bir eğilime yönlendirmek istersen büyük oranda onun etkisiyle büyüyecek. İlkel toplumdan uygar topluma geçişte, her toplumda bu aşama çok rahatlıkla gözlemlenebilir.
Daha 1920'lerde Yeni Gine kabilelerini inceleyen ünlü antropolog Margared Mead şu sonuçlara ulaşmıştır: İtilen, kakılan, aç bırakılan, mücadele şartlarını öğrenen çocuk, büyüdüğü zaman kindar, anne baba ve çevredekileri tamamen düşman görmektedir. Oysaki aynı coğrafyada yaşayan başka bir kabilede çocuk, annenin koynunda, babanın sevgi ve şefkatiyle büyümekte, her yaş döneminde iyilik ve güzelliğin verildiği bir anlayışla büyüyen çocuklar; gayet anlayışlı, iyiliksever, güler yüzlü, içten ve samimi davranmaktalar.
Şimdi bu çocuk yetiştirme usullerine göre hareket ederek günümüzde ellerine silah iliştirdiğimiz bu çocuklardan yukarıda bahsettiğimiz alanlarda bir yerlere gelmelerini isteyelim. Bu ne kadar mümkün acaba?
Bir kurtuluş günü daha geride kaldı, bir süre sonra Ermenileri unutacağız. Bir dahaki yılda bir temsil gününde yeniden Ermeni kovalayacağız. Yeniden içimiz öfkeye dolacak, çocuklar büyüklerinin ellerinde silahlarla birilerini kovaladığını görünce, büyüdüklerinde bunu yapmanın heyecanıyla evlerine gidecekler. Ve umarım bizler kendimizin "kurtuluş"unu da görebiliriz.
İsmet Tunç
01/ 04/ 2008 - Erciş
Perşembe, Temmuz 2
Yıl 2008; Hâla Ermeni Öldürüp Vatan Kurtarıyoruz
Etiketler:
Genel Yazılar,
Van-Erciş
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder