Yaşam birçok parçanın bir araya gelmesinden oluşuyor. Bu parçalar hayatımıza ilişkin renkleri, eğilimleri, güzellikleri, acıları, kısaca birçok hayat esintilerinin ortak tadını taşıyor. Kimimiz için istenilen, kimimiz için istenilmeyen gel-gitler bunlar. Sahada olmakla tribünde oturmak gibi bir şey.
Belli dönemlerde arkası yarın türlerinden seriler yaşıyoruz. Hayatımız birer Brezilya dizisi şeklinde devam ediyor. Aşklar, eğlenceler, zenginlikler, fakirlikler ve daha nicesi… Bütün bunlar planlı olmayan ya da süregelen hayatımızda beklediğimiz ayrıntılar. Kimimiz yaşayacaklarımızı iyi biliriz. Şaşırmayız, hayata dair bir beklediğimiz başka bir sürpriz ya da olağandışı bir durum yoktur. Bazılarımız için; bu, hayal kırıklığı olur. Plan yapmışızdır, hayatın başka bir durağında ineceğimize dair; bir önceki durakta inmişiz ya da durağı kaçırıp başka bir istasyonda, başka bir diyara merhaba demişiz.
Bizleri şaşırtan ‘gel’ ve ‘git’ler, bir “ileri” ya da bir “geri”dir. Hayat, bu ikisinin toplanıp ikiye bölünmesiyle yaşanmıyor. Orta şeker denen şey sadece sözde var. Gerçekte ortalamayı tutturan kaç kişi var?
Hayatın şaşırtan tarafını -daha çok- hayatla uğraşan insanlar görürler. Sokrates her daim köşe başlarında onları bekler ve “sorgulanmayan hayat yaşanmaya değmez” der. Kişi Sokrat’ı her gördüğünde hayatı dair başka düşünür. Esasen, bu, hayata dair bir öfke, bir öç alma refleksi değildir. Sadece nerede ve ne zaman nasıl duracağını bilmekle alakalıdır… Bu bir anlamda “ritmik” saymalara katılmamaktır. Hayatın “ritmik” saymalarına katılan insan, plan yapmayan ve lodos rüzgârıyla savrulduğu yere gidendir. Hayat bir seçim şansı vermemiştir insana ve insanın da böyle bir talebi olmamıştır zaten.
“Hayatın gel-gitleri”nin bir de acı tarafı vardır. Hayatın dayatmasıdır bu… Seni senden alan, düşünmene ve idrak edememene dair bir dayatma. Seni varlığınla düelloya çağırır. Ya seni alacak yanına ya da kendi gelecek… İkiniz ayrı kulvarlarda koşamayacaksınız. Bu sizin çaresizliğinizdir. Artık bir “varoluş” mücadelesi veremiyorsunuz. Üretkenliğinizin sadece belli zamanlarda hatırlanması gibi, bazılarının müzmin aile babası olması gibi ya da yaşarken ölmek gibi bir şeydir bu…
Hayatın gel-gitleri insanları kıstırır bir köşeye, sıkıştırır, beynini uyuşturur, “varlık” kavgasına girişmesine izin vermez. Onu “tipik” bir insan yapar. Temel ihtiyaçlarından ibaret bir “insan”.
Bu durum tıpkı “kendini öldürmek” gibi bir şeydir. Yaşadığın toplumdan soyutlanman, kalabalıkta yalnızları oynamandır. Toplumun duyarsızlığına alışmandır. İtiraz etmene rağmen elinden hiçbir şeyin gelmemesidir.
Anlam yüklediklerimiz ile yüklemediklerimiz arasında gidip gelmek bilincine sahipsek bu ‘git’ ve ‘gel’lerin farkına varırız. Esasen varlığımızın kanıtı da bu ayrıntıdan saklı. Bir an eski yaşantılarımızı hatırlarız; duyarlılığımızı ve şimdiki halimizi. Çaresizliğimizin neden olduğu yaşama mecburiyetinin, bizleri kimin bu ‘git’ ile ‘gel’ler arasına sıkıştırdığına şahit oluruz. Bize kalan ise bunun farkına varmanın vicdani azabını yaşamak; içimizde saniyelik de olsa duyumsamak.
İsmet Tunç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder