60 darbesi ve 71 muhtırasından sonraki süreç, sancılı bir dönem daha geleceğinin göstergesi idi. 73 seçimleri yapılmış, meclise CHP 185, AP 149, Milli Selamet Partisi 48, DP 45 iskemle kazanmıştı. Meclisteki diğer parti ise Cumhuriyetçi Güven Partisi idi. Hiçbir parti tek başına hükümeti kuracak çoğunluğu yakalayamamıştı.
73 seçimlerine yedi siyasal pati katılmıştı. Milli Nizam Partisi’nin “dini siyasete alet ettiği” gerekçesiyle kapanması sonucunda yerine Milli Selamet Partisi kurulmuştu. Dini duygular üzeriler yürütülen politikalar, milli Selamet Partisi’ni meclisteki dini grubun temsilcisi olarak gösteriyordu.
Milliyetçi Hareket partisi ve Türkiye Birlik Partisi seçime giren diğer partilerdi. Bunlar politika ve anlayış bakımından kendilerince farklı çizgilerde siyaset yapıyorlardı. Örneğin sağcı militanlar bu dönemde ortaya çıkmıştır.
İlginç olan bir nokta ise seçimlerden üç ay sonrasına kadar bir hükümetin kurulamamış olması. Sağ kanat partilerinden hiç biri CHP’yi iktidara getiren parti olmak istemiyordu. Çünkü bu oluşum diğer sağ partiler tarafından sonraki seçim çalışmalarında seçmen için kullanılacak güzel bir malzemeydi. ( Zaten şimdi bile aynı politika yürütülmüyor mu? Cumhurbaşkanlığı seçimi hatırlanmalıdır. Ağar ve Mumcu ortak hareketinin Anap’a maliyeti… , Ağar’ın yenilgisi. CHP’nin meydanlarda meclisi kilitleyen parti olarak sunulması, AKP’nin Gül olayında meydanlara söyledikleri vd. ) Sağ partiler de kendi aralarında birleşememiştir, çünkü Demirel’in başkanlığına onay vermeyen bir Demokrat Parti vardı. Adalet Partisi de Demirelsiz bir başbakanlığa razı olmuyordu.
İnce siyasal hesaplar ve ideolojilerin nerde çakışıp çakışmadı üzerine uzun süren değerlendirmeler sonucunda CHP ile Milli Nizam Partisi birlikte bir hükümet kurdu. 25 Ocak 1974 yılında Ecevit-Erbakan ortak hükümeti kuruldu, ilk olarak tutuklu sağcı ve solcular için af yasasının çıkarılması, ekonomiye dönük yasal adımların atılması gerekiyordu. Tabi en büyük sorun Kıbrıs’tı. Halk, hükümetin Kıbrıs Soru’nu ele almasını büyük bir başarı olarak görüyordu. Genel bağışlayıcı af yasası ilk ele alınan yasaydı, hükümetin Milli selamet kanadı, bazı solcuların salıverilmesi yönünde hayır oyu kullanması üzerine ortaklık bozuldu. Ama halka verilen sözlerden dolayı hükümet görevdeydi.
Ecevit ve Erbakan arasındaki ipler iyice kopmaya doğru gidiyordu. Evecit’in İskandinav ülkelerine yapacağı gezi sırasında başbakanlığı Erbakan’a bırakmak istemeyişi, Erbakan’ın bu yöndeki talepleri siyasi yelpazeyi oldukça hızlı bir rüzgara bırakmış gözüküyordu. Sonunda Ecevit erken seçim kararı aldı, Ecevit görevi bıraktı. Ne Demirel bir hükümet kurabildi, ne de diğer ittifaklar bir çare olabildiler. Sonunda cumhurbaşkanı eski bir siyaset adamı olan “kontenjan senatörü” Sadi Irmak’ı hükümeti kurmakla görevlendirdi. Irmak güvenoyu alamadığı gibi başka bir alternatif de olmadığı için uzun süre görevde kaldı.
Sonunda Demirel’in başarısı olarak bilinecek AP, MSP, CGP, MHP ve bağımsızların birleşmesiyle “Milliyetçi Cephe” adıyla bir oluşum ortaya çıktı. Amaç CHP’nin başarısını engellemekti. Bu oluşumun tabanı elbette farklı kesimlerden oluşuyordu. Örneğin CHP’ye karşı bir CGP vardı, Adalet Partisi’ne karşı bir demokrat parti vardı, MHP ayrı, MSP yine ayı oluşumları temsil ediyordu, bu bütünlüğün çatlaması da olası gözüküyordu.
Sonunda 1977 yılında seçimler yapıldı. CHP 213 vekil sandalye kazanmasına karşın, hükümet kuracak başarıyı sağlayamadı. Azınlık hükümeti kuran Ecevit, dışarıdan bir çok destek almasına karşın (işçi ve işveren kesiminden) güven oylamasını kaybetti.
Sahnede Demirel vardı ve Demirel daha önce gerçekleştirdiği “Milliyetçi Cephe” başarısını tekrarlama amacındaydı. Milli Selamet Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi ile birlikte “ikinci milliyetçi Cephe”yi kurdu. Halbuki ilk oluşumdaki sakıncalar daha da belirgin olarak varlığını sürdürüyordu, aslı merak edilen ise ortaklığı kimin bozacağı meselesiydi.
Ekonomik bunalım, cinayetler, soygunlar, kitlesel katliamlar ve iç savaşa giden bir Türkiye manzarası vardı. Sonunda çareler tükenince Ecevit yeniden sahnedeydi. Ecevit, partilerinden istifa eden bağımsızlarla birlikte DP, CGP ile ortak bir hükümet kurdu, onlara bakanlıklar verdi. Ne var ki her şey istenildiği gibi olmadı, her bakan ayrı bir parti gibi hareket etmeye başladı. Sonunda huzursuzluk gittikçe arttı.
Orgeneral Evren ve kuvvet komutanları Cumhurbaşkanı Korutürk’e uyarı mektubu veriyordu. Korutürk köşkte ilkin kuvvet komutanlarını ağırlamış durumu değerlendirmişti. Daha sonra da mektubu gerekli yerlere nüsha olarak iletti. İlginç olan ise mektubu kimsenin muhatap olarak kabul etmemesiydi.
Cinayetler sürdürülüyor, bir kesim diğer kesimi kışkırtıyor, ekonomi iyiden iyiye kötüleşiyordu. Askeri müdahalenin gelmesi an meselesi iken bundan kimsenin ders almak istememesi ve grupları birbirine düşürtmesi sonun başlangıcını hazırlıyordu. Devletin kimi yerlerindeki yetkililer ellerindeki imkânları insanların birbirlerini öldürmeleri için kullanıyorlardı.
11 Eylül 1980 sabahı harekat başladı, ilkin radyoda duyuldu Evren’in sesi, “Yüce Türk Milleti” diye başlayan cümleyle birlikte, Türkiye’de artık hiçbir şeyin aynı kalamayacağı belli oluyordu.
Artık yönetim el değiştirmiş, herkes şüpheli, herkes bir noktaya kadar suçluydu. Ekonomi Turgut Özal’a teslim ediliyordu. Çünkü Özal 24 Ocak Kararlarının “teknisyen mimarı” olarak biliniyordu.
Bülent Ulusu hükümetinde başbakan yardımcısı olarak göreve başlayan Özal, serbest faiz politikası sonucunda türeyen fırsatçılara ve onların boşluktan faydalanıp ekonomiyi iflasa sürüklemelerine dek tam yetki ile görevi yürüttü. Bu fırsatçılardan biri de Banker Kastelli’nin sahibi olan Cevher Özden idi. Kendisi yurtdışına kaçtı. Özal görevi bırakmak zorunda kaldı.
Böylece 27 Mayıs ile başlayan süreç 12 Eylül ile devam etti. 27 Mayıs ile yapılan tüm düzenlemeler 12 Eylül ile birlikte kısıtlama ve baskı altına alınmış oldu, bir anlamda 12 Eylül 27 Mayıs’a karşı yapılmış oluyordu…
İsmet Tunç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder