Hayatta en çok korkulan şey kendimi “sıradanlaşma” denilen basitliğin içinde buluvermektir… Sıradanlaşma basit bir kelime, adı üzerinde; insanı yormayan, genel geçer olaylar ve olgular üzerine inşa edilmiş, günlük hayatların birleştirilmesinden oluşuveren bir yaşam tarzı. Aile içine katılmak (tipik aile üyesi olmak), iş olsun diye birilerinin gereksiz sorunlarıyla ilgilenmek, birkaç saati bir yerlerde dedikodularla geçirmek, üzerine vazife olmayan konularda boş boğazlığa düşmek ve hayatın ağır ritmine ayak uydurmuş bir nabızla güneşte sere serpe uzanan bir kedi misali hiçbir kaygı gütmeden yaşamak… Bu ve bunun gibi birçok etken insanı sıradan bir hayatın müdavini yapar.
Sıradanlaşmanın farkında olmayan birinin “kendini öldürmek” tabirinden haberi yoktur. Oysa bunun farkında olan biri geçen her dakika biraz daha tükendiğini bilir. Sabahın ışıkları yeni bir güzelliğin habercisi değildir, İnsan kuru gürültünün içinde yolunu bulan su misali akıp gider. Günler geçer, aylar geçer bir de bakmışsınız ki siz de kendinizi o sıradanlaşma kapanının içinde buluvermişsiniz. Sıradanlaşmışsınız, bir kaygınız yok, olan bitenin farkında değilsiniz. Hayat herkesin koşuşturduğu ve kaygısını güttüğü “karın tokluğu”ndan başka bir şey değilmiş meğer. “Yaşamanın anlamı” gibi sihirli bir cümle yer etmemişsiniz beyninizde. Her şey rayında ve tren olabildiğince sarsıntı yapmadan, rahatınızı bozmadan yoluna devam etmektedir. Kime ne düşünceden, fikir üretmekten, alternatif geliştirmekten. “Yerleşik kültür” sizin mazbut bir aile bireyi olduğunuzda karar kılmıştır. Siz koca kum deryasında parlayan özel bir taş olsanız da, üzerinizdeki kum taneleri o kadar çok ki, o kum tanelerinin altında sıradan bir taş olmaktan öteye gidemiyorsunuz.
Ortadoğu ve Afrika halklarının zaman kavramının akıcılığına uygun hareket etmedikleri savı yaygın bir kanaattir. Bu coğrafyada yaşayan halkları aşağılamak için bunları ifade etmiyorum. Ortada bir realite varsa onu da görmezlikten gelmek kolaycılığa kaçmaktır ve kendi uyuşukluğuna bir kılıf hazırlamaktır. İnsanın “kendini öldürmesi” dingin bir hayat içinde fark edilmeyen doğal bir süreçtir. Zaman kavramı pek önemli değildir. Bir iş olabildiğince uzun süreçte yapılır, aceleye getirilmez. Her köşe başında bulunan çay evleri, okey, salonları bunun en açık göstergeleridir.
1913 yılında Anadolu gezisine çıkmak için Macaristan’dan Anadolu’ya gelen gezgin Dr. Béla Horvath, “Anadolu
O günlerden bu günlere 85 yıl geçti. Doğu insanını, Horvath’ın çizdiği perspektif dışına taşabilecek düzeyde gelişmiş özelikleri yok. Ekonomik alanda oldukça ileri gidilmesine karşın, bu gelişmişlik kalabalık nüfusa sahip yerleşim yerlerinde çok az bir kitleyi ilgilendirmekten öteye gidememektedir. Bu da gösteriyor ki, durağan bir yaşam kültürel özelliğimiz anlamına gelmektedir. Bu yaşam tarzı insanı sıradanlaşmış insanlar kategorisine sokar. Bilgiye yatırım yapmayan, sadece ekonomik ölçütlere göre yaşayan, bedenine yatırım yapıp “cancanlı” hale gelen dış görünümünün ötesinde, bilgi yükleyerek yumuşatılması gereken ruhuna hiçbir yatırım yapmaz. Bu insanların sayıca çokluğu, bu kategoriye girmeyen insanları da pasivize ederek onların içlerindeki dinamikleri manipüle etmelerine neden olur. Böylece kendini gizlemiş olanlar aynı zamanda kendini öldürenlerdir. Kendini bu şekilde ölüm moduna sokan ya da bunun -bir şekilde- işleyen bir süreç olduğundan haberdar olan kişi, geriye dönebilir ve kaldığı yerden üzerindeki o koca kum kütlesinin altında ışıldamaya devam eder. Işığın sonsuz taneleri ölüm uykusuna yatan diğer kum tanelerini canlandırmak için uğraşır.
İsmet Tunç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder