Savaşın ağır havasına küçük bedenleriyle tanık olan Gazze’nin çocukları belki de ömürleri boyunca unutamayacakları bir dramı yaşıyorlar. Psikologlar küçük bir çocuğa yapılacak en ufak bir müdahalenin çocuk tarafından unutulmadığını ve çocuğun bu olumsuz etkiyi uzun yıllar üzerinde hissettiğini söylemekteler.
Gazze’nin çocukları ise psikolojik kuramların çok ötesinde dramları yaşamaktalar. Bırakın bir olumsuzluğu, bir günde yaşadıkları sayısız dram hafızalarında yer edinmiş, belki de uykularına kâbus olarak çökmekte.
Kameralara yansıyan görüntünde bir kız çocuğu muhtemelen kardeşi olan kendinden daha küçük bir çocuğu kucaklamış belirsiz bir şekilde yürümekte. Yarının ne getireceğini, geleceğinden bihaber birazdan başına düşecek bombalardan kurtulmak için hızlıca, yüküyle kalabalığa karışmakta. Günlerdir başlarına yağan bombalar geleceklerini de karartmaktadır. Çoğu belki de anne, baba şefkatinden yoksun büyüyecek. Ömürleri boyunca sevgilerinden yararlanacakları akrabaları olmayacak. Umutsuz bir geleceğe hazırlanan bu çocuklar dünyaya vahşetin nedenlerini sorarcasına kameralara saçları dağılmış şekilde ağlamaktalar.
Yüzyıllar öncesinde insanlar ütopyalarını gerçekleştirmek için hiç bilmedikleri diyarlara seferler düzenlediler. Ne kadar toprak kazanırlarsa, ne kadar savaşta galip gelirlerse statüleri o derece artardı. Sonra medeniyet kavramı gülük yaşama hâsıl oldu, ölümün, öldürmenin ayıp karşılandığı “modern zamanlar”a geçildi. Milletler birleşip insan haklarına vurgu yaptılar. İnsan olmanın erdemi keşfedilmiş gibiydi, insanlık geçmişin vahşi yaşam tarzından utanıyormuş gibi davranmaya başladı. Hitler’den önce yok muydu milyonlarca insanı katleden? Vardı elbette. Ama “insan/lık” ve “hak” kelimeleri henüz bileşimlerini tamamlamamış ilkel formlarda birer rüyaydılar. İnsanlar ben-merkezci yaklaşımdan kurtuldukça kendi varlıklarının farkına vardılar. Montaigne insanı merkeze alarak onun bütün önyargı ve doğmalardan bağımsız değerlendirilen bir varlık olması gereğine dikkat çekmişti. Felsefe profesörü Nejat Bozkurt, insanın ben-merkezci yaklaşımdan kurtuluşunu şu şekilde açıklıyor: “insanın kendisi üzerine düşünebileceği ve homo humanus’un (insani insan) niteliklerini tanımlayabileceği yeni bir dünyanın habercisi oldu.” Bu yeni dünya insanı merkeze alan ve onun varlığına dayanan meşru bir zemindir. Sadece Filistin’de değil dünyanın dört bir yanında savaş yüzünden açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya kalan milyonlarca çocuk var.
Bu yıl “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”nin 60. yıl dönümü kutlanıyor. İnsan olmanın değerleri yeniden hatırlanıyor/hatırlatılıyor. Teknolojinin bu kadar hızlı geliştiği, artık neredeyse “bilgi toplumu”nun da ötesine geçeceğimiz bir seviyeye gelen insanlık hala insanlık dışı muamelelere imza atarak kendi meşrutiyetine de en ağır darbeyi indiriyor.
Dünyayı çekilmez kılan sadece İsrail değil, eğer ki bunu İsrail’le sınırlandırırsak sadece kendi egolarımızı tatmin etmiş oluruz o kadar. Belki orada Müslümanlara yapılan dahası da Müslüman çocuklarının o feryadı bizleri daha da duysal varlığa dönüştürebilir. Bugün istisnasız her toplum dünyanın tüm çocuklarının gözyaşları dökmesinde suçludur, insan hakları evrensel beyannamesinin 60 yıl önce kabul edilen 30 maddesi tüm dünya insanlarını, velhasıl çocuklarını koruma altına almaktadır. Ama her toplumda o maddelerin ihlal edildiğini görüyoruz.
Bugün Gazze’nin çocukları tüm dünya çocukları için ağlamakta, onların gözyaşları insanlığımızdan biraz daha utanmamız için birer vesikadır. O coğrafyada, ötesinde ya da içimizde yaşadığımız hanemizde; eğer ki bir çocuk gözü yaşlı gözükürse bunun suçu hepimizin omuzlarında.
İsmet Tunç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder